Dışadüşen

Dışadüşen fikirler,analizler…

Tag Archives: diyalektik

Tarihin Yapıları : Tarihsel Materyalizme Giriş

TARİHİN YAPILARI
Tarihsel Materyalizme Giriş

Bernhard Brosius

ISBN 978-605-5541-15-6

Diyalektik ve Tarih

1.1. Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm

Engels’e göre “Tarihte bir iç gelişme, zincirleme bir iç bağlantı olduğunu kaıtlamayı deneyen ilk kişi, Hegel’dir.” Hegel, insanı doğrudan bir tarihsel varlık olarak görür:            ” Ne olursak olalım, oluşumuz aynı zamanda tarihseldir.”

Diyalektik bir yandan bizzat nesnenin hareketini tarif eder, öte yandan hareket halinde olan nesneyi anlamaya ve tarif etmeye yarayan bir yöntemdir. ” Bütün diğerlerinde [diğer bilimlerde] ele alınan nesne ile kullanılan bilimsel yöntem birbirinden farklıdır.” Ancak bu diyalektik için geçerli değildir., ” zira [diyalektik] yöntem, içeriğin kendine ait içsel hareket biçiminin bilincidir.”

Diyalektik

İdealist Yaklaşım                                  Materyalist Yaklaşım

Materyalizm

Doğa Bilimleri               Tarih alanında <–> Tarih

Tarihsel materyalizm, insanlık tarihine ve toplumların gelişimine, nesnel ve tespit edilebilir yasalar doğrultusunda gerçekleşen bir tarihsel süreç olarak bakar; tarihsel gelişimin maddi nedenlerini açıklar ve nihayet insanların tarihini, insan ürünü olarak görür.

1.2.Tarihsel Materyalizm ve Tarihsel Süreç

… ancak insanların tarihsel olaylardaki deneyimleri, onların tarihsel süreç içerisinde daha sonraları sergiledikleri davranışları etkiliyorsa bir “tarihten” söz edebiliriz.!

Engels henüs 1844 yılında , “Biz, tarihin içeriğini geri kazanmaya yelteniyoruz; ancak biz tarihte “tanrının” tecellisini bulmuyoruz; onu, insanın ve sade insanın tecelli etmesi olarak görüyoruz” diyordu. Marx, böylece ” tarih hiçbirşey yapmaz”, “engin zenginliğe sahip değildir.” , mücadelelere girişmez”! Tersine, bütün bunları yapan, bütün bunlara sahip olan ve bütün bu mücadelelere girişen, insandır, gerçek ve yaşayan insan; tarih -sanki kendi başına bir kişiymiş gibi- kendi ereklerini gerçekleştirmek için insanı kullanmaz; tarih kendi öz erekleri ardından koşan insanın etkinliğinden başka bir şey değildir.”

…İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar , ama kendi keyiflerine göre , kendi seçtikleri koşullar içerisinde değil; doğrudan önlerinde buldukları, verili olan ve geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar.”

Hareket

2.1.Yadsıma

Yadsıma, genelde bir durumdan diğerine geçişi tetikleyen hamledir.

Her hareketin bir başlangıç noktası vardır.Bu başlangıç noktasına “olumlama” diyoruz.

Belirlediğimiz başlangıç noktasının -onun nasıl belirlemiş olursak olalım – sadece belirli süreliğine varlığını koruması dikkat çekicidir. Bu süre zarfı ne kadar uzarsa uzasın, günün birinde olumlama kaybolacak ve onun yerine bambaşka bir şeyle karşılaşacağız.

Vaktiyle feodalizmin konumlandığı yerde, bugün kapitalizmi bulabiliriz.

Bakunin’in de özetledği üzre ” halihazırda mevcut olan, karşıtını kendi içinden çıkartır.”

….Bu hali hazır bir durumun kendi oluşum süreci tarafından şekillendirildiği anlamına gelir.

“Esasen” eşitlik ve özgürlük hedefleyen bir toplum; düşünce suçları, göstermelik mahkemeler ve muhalif düşüncelerin zapturapt altına alınmasıyla inşa ediliyorsa, bu yeni toplumun inşası bittikten sonra eşitliğin ve özgürlüğün hala sağlanamamış olmasına kimse şaşırmamalı.

Halihazır bir yadsımanın kendi oluşum süreci tarafından şekillenmesinin başka bir anlamı daha var: bu, verili ilk durumun farklı koşullar altında iki farklı biçimde yadsınmasının, iki tamamen farklı nihai duruma yol açacağı anlamına geliyor.

2.2.Yadsımanın Yadsınması

Yadsıma hareketi tekrarlandığında , yani yadsıma yadsındığında, netice kaçınılmaz olarak “yadsınmanın yadsınması”dır.

Yadsımanın Yadsınması

^

|

|

Yadsıma

^

|

|

Olumlama

19.yüzyılda topluma eleştirel yaklaşan çok sayıda yazar- çoğu zaman sadece sezgisel olarak- kölelik ile ücretli emek arasında belli bir benzerlik görüyorlardı ve ücretli emeği kastederek “ücretli kölelik” kavramını öne çıkarıyorlardı. Köleliğe kıyasla çok daha yakın bir dönem olan feodalizme göndermede bulunup “ücretli angaryadan” bahsetmek ise hiç akıllarına gelmezdi.Peki neden?

Emekçi insanların üretim araçlarıyla girdikleri ilişkiye bakalım.Tüm bu toplum biçimlerinin ortak özelliği, sınıflı toplumlar olmalarıdır. Üretim araçları, sömürücülere aittir; üreticiler ise, kullandıkları üretim araçlarına sahip değildir.Bu , bahsi geçen üç toplum biçiminin ortak yapı taşıdır, dolayısıyla iki yadsıma işlemine de tabi değildir.

Kölelik sömürülen sınıfın kendisini yeniden üretmediği tek sömürü düzenidir.Köle, sadece kısa vadede kendi emek gücünü yeniden üretmek için zaruri olarak ihtiyaç duyduğu şeyleri elde eder, ancak sınıfın kendini yeniden üretimi için zaruri olan gıda maddelerini elde etmez.Köleler sınıfı, temelde, dışarıdan yeni köleler eklenerek yeniden üretilir.

Şekil, sınıflı toplum formasyonlarını betimlemektedir. Tümünün ortak özelliği, üretim araçlarının üreticilerin mülkü olmamasıdır.Dolayısıyla bizzat sınıflı toplum da, üreticilerin doğrudan üretim araçlarının sahibi olduğu önceki ilkel toplumun yadsımasıdır; böylece yadsımanın yadsıması da, ilerde üretim araçlarının yeniden emekçi insanların mülkiyeti  altında olduğu sınıfsız bir toplumun ortaya çıkmasına yol açabilir.

Tarih farklı düzlemlerde cereyan eden “yadsımanın yadsıması” ilkesine göre düzenlenmiştir.İlkel toplumu, sınıflı toplum takip etti; sınıflı toplum ise tersinden yeni bir sınıfsız toplumun temelini teşkil edebilir.

2.3.Diyalektik  Yönteme Dair.

Diyalektiği yöntemsel olarak kullandığımızda , yine bir başlangıç noktası belirlemek durumundayız. Bu başlangıç noktası yine mevcut olan, adlandırılabilir bir şey yani “olumlama”.

Eğer olumlama “kavrayışın nesnesi” olacaksa, bu , diyalektik tahlilimiz için belirlediğimiz her başlangıç noktasının önce saptanmak ve ayırt edilmek zorunda olduğu anlamına gelir.

Söz konusu olumlamayı, diyalektik hareketten önce kavrayışa tabi tutmak, yani saptamayı ve ayırımı ortaya koymak, genellikle kullanılan kavramın değişmesine yol açar ve böylece tahlilin gidişatını önemli ölçüde belirler.

Kant, kavrayış veya anlama yetisi olarak çevirebileceğimiz Verstand kavramını, dünyayı algılama sürecinin bizzat düşünce nesneleri üreten  bir yapı oldupu nu açıklamak için kullanır. Nesneleri, ancak belli bir biçim, bağlantı, sebep -sonuç ilişkisi ve zamansallık vb. unsurları içerisinde algılayabilmemiz, bu nesnelere ancak belli “yapılar” üzerinden erişebileceğimiz anlamına gelir. Buna göre , zaman veya sebep-sonuç ilişkisi gibi temel bir kategori olmadan, en basit algılama eylemi olarak kavrayış mümkün değildir.

 

İlişkiselliklerin saptanması ve farklarının belirtilmesi, bunların arasındaki sınırları belirleyen bir ayrım koymayı mümkün kılıyor.

Dünyanın bu şekilde kavrayışa tabi kılınmasının mantıksal sonucu, her şeyi tek tek çekmecelere yerleştirircesine kategorilere ayırmaktır.

Aklın görevi karşıtlığı içerip aşan bir dolayım bularak, onu bir bütünlük olarak kavramaktır. Karşıtlığa bir dolayım ilave edilmesiyle karşıtlık, bütün olur.

Ancak buradan bakıldığında , “yadsımanın yadsınması” aklın asıl nesnesidiri zira vaktiyle -dolayımdan önce- karşıtlığın olduğu yerde, şimdi dolayım sayesinde bir bütünlük varsa, bir yadsımanın gerçekleşmiş olduğunu yadsıyabilriz de .

Dolayısıyla ” yadsımanın yadsınması” sadece yadsımadan yola çıkarak ilerlemek anlamına gelmiyor; aynı zamanda bizzat aydsıma işlemini de yadsımak anlamına da geliyor.

Salt biçimsel olarak dolayım, karşıtlığın iki kutbunun ortasıdır….

… -buraya eklemlenen dolayım, olumlamayla yadsıma arasındaki harekettir. İkisi de karşılıklı olarak birbirlerinin özelliklerini alır.Dolayısıyla , dolayımdan önce (hareketin vuku bulmasından önce) yadsıma olan şey, dolayımdan sonra salt bir gelişim olarak kendisini sunar.Bu nedenle , dolayımın ortadan kaldırdığı karşıtlık, yadsımanın yadsımasıdır, yeni ve daha kapsamlı bir yapılanmadır.

Bizzat yadsımanın bu yadsınması, diyalektik hareketi devam ettiren bir olumlama olarak ele alınabilir.Bu nedenle , hala aklın nesnesi olan yadsımanın yadsınması, saptama ve ayrım koyma yoluyla , kavrayışın bir nesnesine dönüştürülmek zorundadır. Bu aşamaya -diyalektik hareketin son bulduğu noktadan yeni bir döngünün başlangıç noktasına geçişe- onaylama denir.

Yadsımanın yadsınmasına dair yöntemsel yaklaşım şekilde belirtilmiştir.

Bu yaklaşım doğrultusunda ilerlerken hangi adımların atıldığını özetleyelim:

1- Belirleme/Saptama/Tanımlama : Başlangıç noktası olarak seçilen ilişkisellik – yani olumlama – belirlenmeli ve diğer ilişkiselliklerden ayırt edilmeli.

2- Yadsıma : Olumlamanın zıttı belirlenir ve böylece bir karşıtlık oluşur.

3- Dolayım/Dolayımlama: Karşıtlığın kutupları, en azından kutuplardan birinin boyutları onun karşıtı olan kutba aktaracak şekilde, iç içe geçerek karşılıklı olarak birbirine dönüşür.

4- Bütünlük: Bu hareketin (dolayımın) neticesi olarak üç kesitten müteşekkil diyalektik bir bütün oluşur: Bu bütün, ilk yola çıkılan olumlamanın ötesinde, ek olarak yeni belirlemeleri içerir.

5-Onaylama: Sonunda, bizzat üç kesitin diyalektik birliği, sonraki hareketin başlangıç noktası haline geldiğinde , o da belirlenerek ve ayrımlar konarak bir “olumlamaya” dönüştürülmelidir.

2.4. Örnekler

Hegel, Varlık ve hiçliğin diyalektiği

Tarihsel Materyalizmin Temel Kavramları

3.1. Emeğin Diyalektik Tahlili

“İnsanlar hayvanlardan bilinçle, dinle ya da istenilen herhangi bir şeyle ayırt edilebilinir. İnsanlar kendi geçim araçlarını bizzat üretmeye başlar başlamaz kendilerini hayvanlardan ayırt etmeye başlıyorlar., … insanlar, kendi geçim araçlarını üretirken , dolaylı olarak, kendi maddi yaşamlarını da üretirler.”

… bilgi üretim için zorunlu bir uğrak olur.Bundan dolayı, doğa bilimleri de tıpkı iktisadi verilerin işlenmesi gibi bir emek nesnesidir.

Olumlamanın yadsımasına dönüştüğünü söylemek , üreticinin karşısında  konumlanmış olan kendi emek nesnesine dönüştüğü anlamına gelir.

Çalışma hayatının sonunda emekliliğe ayrılırken herkes hayatının kaç yılını iş yerinde geçirip tükettiğini , hayatının hangi aralığının kaybolduğunu -silinmiş olduğunu- bilir. Ancak hayatın bu kesiti onun yerini dolduran hiçbirşey bırakmadan silinmedi; onun yerini, üretilmiş olan ürünler dolduruyor.Bir kaynakçı , hayatının kaç yılının kaç tane kaynak yapılan yere dönüştüğünü  geriye bakıp sayabilir.

Bizzat  bu dönüşüm süreci hayatı zenginleştirmenin, güzelleştirmenin değil sadece para kazanmanın bir yolu olarak görüldüğünde yabancılaşma cehennemi başlar. Çalışma hayatının sonunda tüketilen hayatın tamamı , dönüşmüş biçimiyle , yabancı ve cansız bir biçimde , çalışanın karşısında konumlanır.

“İşçi,  yaşamını nesneye katar: fakat artık  yaşamı kendisine değil , nesneye aittir.

3.2.Emek ve Üretim Tarzı

Emeği belirleyen şeyin tanımı nedir?Kimse çalışmak içim çalışmaz.İşkolikler içsel boşluklarını gidermek için çalışıp kendilerini aldatırlar.Bazıları, çalışmaktan haz aldıkları için çalışırlar.Herkes emeklerinin ürünlerine ihtiyaç duyulduğu için çalışır.

Üretici güçlerinin devreye sokulmasının amacı, ihtiyaç duyulan ürünlerin üretimidir; üretici güçlerin gelişip yayılmasındaki maksat, gerekli olan emek zamanının azaltılması, yani tasarrufudur.

Üretici güçler, üretim için devreye sokulan şeylerdir.Bunu nasıl cereyan edeceği , üretim ilişkileri tarafından belirlenir.Üretim ilişkileri, insanların anlamlı bir üretimde bulunabilmek için girdikleri ilişkilerdir. Emeğin diyalektiği bir özne-nesne diyalektiği ise , burada da içerik ile biçimin diyalektiği söz konusudur.

“Ücretli emek ve sermaye” bütün kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretimini teminat altına alabilen yegane üretim ilişkisi olduğu için , kapitalizmin hakim üretim ilişkisidir: ücretli emeğin sonucu olarak elde edilen kar , sermayedarlar sınıfını yeniden üretir; ödenen ücret işçi sınıfını yeniden üretir ; ancak sadece işçi sınıfı için ücretten sermayeye dönüşebilecek miktarda bir birikim elde edip sınıf atlamak imkansızdır.

…belli üretici güçler belli üretim ilişkileriyle dolayımlanabiliyor. Buna ilişkin Marx şunları söylüyor : “Eldeğirmeni size feodal beyli toplumu verir; buharlı değirmen ise sınai kapitalistli toplumu.”

Toplum tarafından dolayımlanan ve belli üretici güçler ile belli üretim ilişkilerinden oluşan diyalektik bütüne üretim tarzı denir.

Çevre hareketi, kadın hareketi ve işsizler hareketi , insanların üretici güçlerinin yıkıma ve israfa uğratılmasına ve israf edilmesine karşı hareketlerdir. Hepsi, günümüzde sadece yatırılan sermayeye karşı sorumluluk duyan kar hırsına karşı duruyorlar; bundan dolayı bu hareketler mevcut üretim ilişkilerine söz geçiremezler.Böylece çevre, kadın ve işsizler hareketi yeni ve hakim üretim ilişkisiyle dolayımlanamayan üretici güçler için hareket ederler; bu hareketler yeni, yıkıcı olmayan üretim ilişkilerinden yanadır.

Stalin’in Asya  tipi üretim tarzını bir kenara atmasıyla birlikte ilkel komünal toplumu doğrudan köleci toplumun takip etmesi gibi bir sorun ortaya çıkmıştı. … Ancak bir toplumun üretim araçlarının özel mülkiyetini tanımayıp , üreticileri özel mülkiyet olarak görmesi imkansız.

Üretici güçler toplumsal seçilim vedolayım vasıtasıyla uygun ve elverişli üretim ilişkileri üretirler, bunlar da  tersinden yine üretici güçleri geliştirir; bu şekilde bir üretim tarzı oluşur.

Ernest Mandel şunları yazmıştır:

“Tarihsel materyalizm , maddi üretimin… üstyapı olarak anılan yapıdaki faaliyetlerin biçimini doğrudan ve dolayımsız bir biçimde belirlediğini asla savunmaz.Bunun da ötesinde ,altyapı sadece üretim faaliyetinden oluşmaz , benzer şekilde “maddi üretimi” diğer faaliyetlerden bağımsız bir biçimde ele almak da yanlıştır.Altyapı, insanların maddi yaşamlarını üretmek için birbirleriyle girdikleri toplumsal ilişkilerden müteşekkildir.Bundan dolayı tarihsel materyalizm ekonomik değil, sosyo-ekonomik determinizmi savunur.

….Böylece tüm insan ilişkilerinin toplamı olan toplum sadece ekonomik ilişkileri değil aynı zamanda sosyal ilişkileri de kapsamış oluyor.Mandel ile devam edelim : “Üst yapıda yer alan faaliyetler bu toplumsal üretim ilişkilerinin doğrudan bir sonucu değiller.Sadece son tahlilde üretim ilişkileri tarafından belirlenirler.Bir dizi ara katman , toplumsal faaliyetin gelişip yayılan –ve bu iki katman arasında yer alan – diğer katmanlarını etkiler.

Mandel’e dönelim:

“Sonunda nasıl toplumsal altyapı , üstyapı alanındaki görüngüleri ve faaliyetleri belirliyorsa , tersinden üstyapı da altyapıyı etkileyebilir…

Hazır bulunan yapılardan, yani doğadan farklı ve ayrı olarak, üretilen yapıların toplamı kültür olarak tanımlanır.

3.4.Kültür ve Farklı Kültürler

Her kültür kendisini faaliyetiyle – maddi dünyanın işlenmesiyle – ifade eder.

Dünya ölçeğindeki ticari ilişkiler pek gelişkin olmadığında , üretim koşullarındaki somut değişimler ve önceki toplumsal formasyonlardan devralınan farklı gelenekler – hakim üretim ilişkisi ve dolayısıyla egemen ideolojinin temel unsurları aynı kalsa bile – farklı üstyapıların oluşmasına yol açıyor.

3.5.Üretim Tarzları Arasındaki Farklar

Tüm sınıflı toplumlar için şu geçerlidir: “ Fiili üreticinin artık emeğine el konulmasında farklı ekonomik toplumsal formasyonları, örneğin köleliği, ücretli emekten ayıran tek şey , el koymanın biçimidir.

Böylece üretici ile üretim araçları arasındaki basit karşıtlık, sınıflı toplumlarda ikili bir karşıtlığa dönüşür. 1)İnsan ile şey arasındaki karşıtlık (üretici ve üretim aracı) 2)insan ile insan arasındaki karşıtlık (üretici ve üretim araçları sahibi)

… aynı üretim ilişkisi hem insan ile eşya arasındaki karşıtlığı içerip aşar , hem de aynı zamanda insan ile insan arasındaki karşıtlığı keskinleştirir.Dolayısıyla, sömürüye dayalı toplumların çelişkili bir yapısı vardır!

4. Çelişki

4.1. Fark , Karşıtlık ,Çelişki

Ancak ücretli emek ile sermaye özel bir karşıtlık oluştururlar: Bu karşıtlık bir çelişkidir,zira iki kutup da diğerinin kimi boyutlarını kendi bünyesinde barındırır.

Kutupların sadece birbiri karşısında konumlanmayıp , aynı zamanda birbirlerini bünyelerinde barındırdıkları  tüm özel karşıtlıklara çelişki denir.

4.2. Çelişkinin Yapısı

Burada bir ilişkiselliğin bağımsız olup olmadığı sorusu özellikle önemlidir.

…çelişki dahilindeki her kutup karşıt kutbun boyutlarını kendi bünyesinde barındırdığından, kendisine göndermede bulunup kendisiyle ilişkilenebilir ve böylece bağımsızdır.

“Bağımsız belirlenim – ötekini kendi bünyesinde içerir ve bu sayede bağımsız olurken-  ötekini kendi bünyesinden dışladığında , bağımsızlığı içinden kendi bağımsızlığını da dışlamış olur; çünkü bu bağımsızlık aynı zamanda hem öteki belirlenimi kendi bünyesinde barındırmasından ama hem  de kendi bünyesinden dışlamasından doğar.Çelişki budur.

Marx’ın da dediği gibi: “[çelişkinin] yaradılışını önceleyen koşullar, onun tarihsel ön aşamaları olarak geride kaldı; tıpkı halihazırda mevcut dünyanın, onun sıvı bir ateş ve buğu denizinden şimdiki haline dönüştüren süreçleri geride bırakmış olması gibi.”

Ancak bu şekilde  çöküşün iki farklı anlamı vardır.Bir anlamı bütün yapının harap edilmesi ve yıkımıdır.Ancak bu yıkım esnasında çelişki , temellerine geri döner.Yıkım aynı zamanda “temele geri dönmektir”.

4.3. Ücretli Emek ve Sermaye

Bir şey ikiye bölünmüyorsa çelişkiden söz edilemez!

Marx bundan dolayı Kapital’in başında metanın ikili karakterini bu denli vurgular.

Kapitalist rasyonalizasyona gittiğinde , yani makinalar satın alıp insanları işten çıkardığında, ücrete harcadığı maliyetleri kısar ve böylece ücretli emeğe olan bağımlılığını azaltır.

Tersinden işçiye ödenmeyen artı-değerin payını azaltmak, ücretli emeğin doğal çabasıdır.

İki gelişme de; üretim sürecinden insanı tamamen  söküp atıp onu makinelere terk etmeye meyillidir.Ancak üretimde insan emeği harcanmamış olacağından ürünlerin değeri olamayacağı için , ürünler satılamaz, dağıtılmak zorunda kalırdı. Böylesi bir durum , artık kapitalizm olmaktan çıkar.Bir çelişkiyi mantıksal sonucuna kadar götürmek , bu çelişkinin ötesinde bir duruma kadar anlamına gelir.

4.4. Başka Örnekler

“zengin ile fakirin” basit bir karşıtlık değil , gerçek bir çelişki teşkil ettiğini görebiliriz.

Temiz bir doğa ile ekonomik büyüme arasında da diyalektik bir çelişki söz konusudur.

4.5. Çelişki ve Yadsıma

Üretici güçlerile üretim ilişkileri arasındaki çelişki , tarihin gerçek motoru ,bir üretim tarzından diğerine giden yoldur.

5. Tarihin Motoru

5.2. Üretim Tarzının bölünmesi

Peki, sömürülenler sömürüden nasıl avantajlı çıkabilir ki?Marx bu acı gerçeği şu şekilde anlatır: Sömürü ; sömürülenlerin kendi yaşamları için ihtiyaç duydukları şeylere sahip olmak uğruna , karşılıksız olarak gerekli diğer ürünleri “ve bunlar üzerinden de, başkası için bir artığı “ üretmek zorunda olduğu bir sistemdir (üretim ilişkisidir). Bu tersinden sömürülmeye razı olan  bir insanın, hayatını idame ettirme olanağına kavuştuğu anlamına gelir.Yani üretim ilişkileriyle üretici güçler , tam da sömüren ve sömürülen sınıfın yeniden üretimini  güvence altına aldıkları için “birbirlerine” uygun olurlar.

“Üretici güçlerin gelişip yayılması” daima yeni üretici güçlerin oluştuğu anlamına da gelir. Bu üretici güçler en iyi şekilde  mevcut üretim ilişkileri tarafından kullanılabiliyorsa, üretim ilişkilerine uygundurlar ve üretim biçimini istikrarlı hale getirirler.Ancak yeni üretici güçler sadece yeni değil, aynı zamanda yeni-tür olabilir.Bu, yeni oluşan “ilişkisellikleri” kullanabilmek  için yeni üretim ilişkilerinin şart olduğu anlamına gelir.Bu noktada üretim tarzında bir farklılık söz konusudur: Uygun üretim ilişkileri içinde bulunan üretici güçlere ek olarak, kendilerine uygun üretim ilişkilerine ait olmayan üretici güçlerle de karşı karşıyayız.

Eşzamanlı olarak, üretim ilişkileriyle barışık üretici güçler oluştuğu sürece , mevcut koşullar bu üretici güçler tarafından istikrara kavuşturulurlar.Mevcut koşulları istikrarsızlaştıracak olan yeni-tür üretici güçlere karşı baskın çıkarlar.Böylece , olası yeni üretici güçler gelişip yayılamazlar.”Bu [yeni-tür] üretici güçler , ancak tek yanlı bir gelişime sahip olurla, çoğunlukla yıkıcı güçler haline gelirler ve bunlardan pek çoğu […] en ufak bir kullanım alanı bulamaz.

Yeni üretim ilişkilerini gerektiren yeni üretici güçler, ancak bu üretim ilişkilerine uyan tüm üretici güçler ortaya çıktıktan sonra (mevcut üretim ilişkileri artık hiçbir uygun üretici güç ortaya çıkaramadığında ) kabul görür ve kullanılır, hatta desteklenir.

Yeni-tür bir üretici güç baskın çıktığı andan itibaren, kendisine uygun üretim ilişkilerini ortaya çıkmaya zorlar.Yeni-tür beşeri üretici güçler  söz konusu olduğunda, bu doğrudan gerçekleşir; zira bu güçler zaten sadece yeni üretim ilişkileri koşullarında devreye girebilir.

5.3. Üretici Güçler ile Üretim İlişkileri Arasındaki Çelişki

Yeni üretici güçlerin gelişimi, eskisinin değersizleşmesi anlamına gelir.Ekonominin bir alanının (en önemli alanının!) ele geçirilmesiyle,yeni üretici güçler eskilerine egemen olurlar (eski üretici güçler ekonomik gelişime hemen hemen hiç katkıda bulunmazlar), “ Yeni olan , eskideki nüveye” ,eski olan yenideki kalıntıya dönüşür

…yeni üretim ilişkilerinin nüvelerinin oluşması, üretici güçlerde bir dönüşüme , eski ile yeni üretici güçler arasındaki güçler dengesinde bir devrime yol açar.

Ancak üretim ilişkilerinde herşey eskisi gibi kalır.Eski üretim ilişkileri hakim olamaya devam eder, yeniler daha alt düzeyde ona tabidirler.Yeni üretim ilişkilerini kuşatmaya devam eden eski üretim ilişkileri, üretim tarzını, dolayısıyla üst yapıyı ve tüm toplumsal formasyonu da belirler.

Üretici güçler ile üretim ilişkileri birbiriyle çelişir.

İngiltere’de kapitalizmin oluşumu:

Eski üretim tarzının tükenmesi, yeni-tür üretici güçlerin oluşmasıyla sonuçlanır.Toplum nezdinde kabul görürlerse, onları yeni ve kendilerine uyan üretim ilişkileri takip eder.Bu üretim ilişkileri yerleşik bir hal alırs, bunların varlığı yeni-tür üretici güçlerin gelişip yayılmasına yol açar. Yeni üretici güçlerin eskileri üzerine egemenlik kurmasıyla sonuçlanan, üretici güçlerin devrimi gerçekleşir. Böylece, üretici güçlerle üretim ilişkileri bir çelişkide konumlanır.Çelişkinin yapısını ve dolayımlanan bir çelişkinin diyalektik bütünle olan bağını hatırlayacak olursak, bu somut çelişkinin yapısını  ve tanımlarını şöyle inceleyebiliriz (Şekil 28):

Çelişki en uç noktaya vadığında, iktidarı hedefleyen yeni sınıfın tamamen  devreden çıkmas, mevcut egemen sınıfın mahvına yol açar; çünkü bu sınıf, yeni sınıfa ekonomik açıdan bağımlı olmuştur! Dolayısıyla geriye son aşama kalır: Çelişkinin çöküşü .

5.4. Ya Toplumsal Devrim Ya Barbarlık

Gelişip yayılmış çelişkinin çöküşü, ampirik olarak iki farklı yoldan gerçekleşebilir: ya toplumsal devrim ya da barbarlık olarak.

Yeni üretici güçler, eski üretim ilişkilerinden daha kuvvetli olduğunda toplumsal devrime varılır, aksi durumda barbarlığa.

Yeni üretici güçler sadece vesadece, belli bir üretici güç, yani devrimci sınıf oluştuğunda daha kuvvetlidir!

Lenin devrimci durumu şu ünlü cümlesiyle özetlemiştir: “Bir devrim, yönetenler eskisi gibi yönetemediğinde ve yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istemediğinde başarılı olur.” Troçki buna ilaveten, “eski toplumdaki gerilimi çözmeye” yönelik tüm diğer girişimler etkisiz kaldığınd, devrimin patlama noktasını zorladığını söyler: “Devrim, sınıf mücadelesini son noktasına kadar taşımaktadır.”

… ancak devrimci bir sınıf yeni koşullar için mücadele ettiğinde, eski koşullar”kendiliğinden” ikame edilir.

Toplumsal devrimi bir kenara atıp yeni toplumun inşasını “evrim yoluyla” hedeflemek, insan olmayanların hümanizmidir!

Üretim tarzlarındaki her devrim, bir bütün olarak toplumsal formasyonun devrimi olarak görülmelidir.Çünkü yeni bir kültür oluşur.

6. Üretim Tarzı Devrimi

6.1. Devrimin Üç Aşaması

Üretim zamanla egemen sınıfın tüketebileceğinden çok daha büyük bir artık-ürünün oluşmasına yol açmıştı. Artık-Ürünün bu “fazla” olan kısmı depolandı. Depo belli bir düzeyi aştığınd, bunun bir kısmı tüm toplum tarafından ekonomik altyapının genişlemesi için kullanılırdı. Bunun görkemli örneklerinden birisi, İskender’in Fars altın hazinesini sömürmesidir.Galya Savaşı’nda Sezar’ın ganimetleri sömürmesi de benzer bir olaydır.Kapitalizm-öncesi sınıflı toplumların ekonomisi bu şekilde büyüyordu.

Sosyalist üretim tarzının ön koşullarının mevcut kapitalist toplumda bulunduğu tartışma  götürmez. Eğer sosyalizm mevcut üretici güçlere dayanarak mümkünse; yeni üretici güçlerin nüveleri, mevcut olanların ekonomik egemenliğine dönüşmüş olmalı, yeni üretim ilişkilerinin nüveleri halihazırda var olmalıdır. Yeni sosyalist üretici güçlerle, eski kapitalist üretim ilişkileri arasındaki çelişki tamamen gelişip yayılmış ve çöküşe yaklaşmş olmalıdır.

7.Tablolar

Alman İdeolojisi : Feuerbach Alıntıları…

ALMAN İDEOLOJİSİ [FEUERBACH]

ÖNSÖZ

  • ….(Marx)Proleterlerin sömürülmesinin açıklamasını araştırmak durumuna gelince , bu açıklamayı özel mülkiyete bağlı yabancılaşmış emekte bulabileceğine inanır.
  • …Ama henüz Marksist değillerdir.Onların anlayışlarındaki ilerleme, teorik olarak , kantçı “İnsan Nedir?” sorusundan doğan sorunsala bağlı kalır.
  • ….Soyut insanı yerine , toplumsal ilişkileri ve onların maddi temelini koyar.
  • …pratiği toplumsal yaşamın  ve bilginin kaynağına oturtur ve komünizmin törel ülküsünü, koşulların devrimci dönüşümünün gerçek hareketine çevirir.
  • Böylece , tarihin akışı, büyük adamların eylemleri ile keyfi kazanımlarla ya da, az ya da çok verimli ideolojilerle açıklanamaz.Bu, toplumsal ilişkilerdeki dönüşümlerin sınıf egemenliğinin farklı biçimlerinin ve bunun gibi hangi sınıftan olurlarsa olsunlar, bütün bireylerin maddi ve manevi yaşayış tarzlarının nedeni olan üretimin gelişmesine bağlıdır.
  • “yaşamı belirleyen bilinç değil , tersine bilinci belirleyen yaşamdır.”
  • …materyalist tarih anlayışının pratikteki sonucu, devrimci savaşımda cisimleşmiş bir hümanizmdir.

FEUERBACH ÜZERİNE TEZLER

  • 5] Her toplumsal yaşam, özünde pratiktir. Teoriyi gizemciliğe götüren bütün giz’ler, ussal çözümlerini, insan pratiğinde ve bu pratiğin kavranmasında bulur.
  • 11]Filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumladılar, sorun onu değiştirmektir.

GENEL OLARAK İDEOLOJİ VE ÖZEL OLARAK ALMAN İDEOLOJİSİ

  • Eski Hegelciler her şeyi onu bir Hegelci mantık kategorisine indirger indirgemez kavrıyorlardı. Genç-Hegelciler her şeyin dinsel anlayış ya da tanrı bilimsel olduğunu söyleyerek her şeyi eleştirdiler. Genç ve eski Hegelciler  mevcut dünyada , dinin, kavramların ve evrenselin egemenliğine inanmakta anlaşıyorlardı.Tek fark , bir taraf egemenliği bir gasp sayarak ona karşı mücadele ederken , ötekilerin onu meşru sayıp ululamalarıydı.
  • Bu filozoflardan hiç biri, Alman felsefesi ile Alman gerçeği arasındaki bağın, kendi eleştirileri ile kendi maddi ortamları arasındaki bağın ne olduğunu kendi kendine sormayı düşünmedi.

MATERYALİST TARİH ANLAYIŞININ ÖNCÜLLERİ

  • Bu bireylerin ilk tarihsel eylemi, insanları hayvanlardan ayıran ilk eylem, insanların düşünmeleri değil, kendi geçim araçlarını üretmeye başlamalarıdır.
  • Demek ki bireylerin ne olduğu , üretimlerinin maddi koşullarına bağlıdır.
  • Gerçeğin kendisi ortaya konduğunda, özerk felsefe varlık ortamını yitirir..Onun yerini ,olsa olsa insanların gösterdikleri tarihsel gelişmenin gözlemlenmesinden çıkartılabilinecek en genel sonuçların bir sentezi alabilir.Bu soyutlamalar , gerçek tarihten kopartılarak kendi başlarına ele alındıklarında hiçbir değer taşımazlar.
    • Feurbach’ta tarih ve materyalizm tamamen birbirinden farklı şeylerdir.

 

  • Hayvanın öteki hayvanlarla ilişkisi kendisi için bir ilişki değildir.Bilinç, demek ki daha baştan toplumsal bir üründür ve insanlar mevcut oldukları sürece böyle kalır.

 

TOPLUMSAL İŞBÖLÜMÜ VE SONUÇLARI

  • Özel çıkar ile ortak çıkar arasında bölünme olduğu sürece, demek ki , faaliyet gönüllü olarak değil de doğanın gereği olarak bölündüğü sürece , insan kendi işine hükmedeceğine , insanın bu kendi eylemi ,insan için kendisine karşı duran ve kendisini köleleştiren yabancı bir güç haline dönüştürür.Gerçekten de , iş paylaştırılmaya başlar başlamaz herkesin kendine dayatılan onun dışına çıkamadığı ; yalnızca kendine ait belirli bir faaliyet alanı olur; o kişi avcıdır ,balıkçıdır ya da çobandır ya da eleştirici eleştirmendir, ve eğer geçim araçlarını yitirmek istemiyorsa bunu sürdürmek zorundadır –oysa herkesin bir başka işe meydan vermeyen bir faaliyet alanının içine hapsolmadığı , herkesin hoşuna giden bir faaliyet dalında kendini geliştirebildiği komünist toplumda,toplum genel üretimi düzenler ,bu da, benim için bu gün bu işi, yarın başka bir işi yapmak , canımın istediğince , hiçbir zaman avcı , balıkçı ya da eleştirici olmak zorunda kalmadan sabahleyin avlanmak ,öğleden sonra balık tutmak, akşam hayvan yetiştiriciliği yapmak, yemekten sonra eleştiri yapmak olanağını yaratır.

EGEMEN SINIF VE EGEMEN BİLİNÇ

  • Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf , aynı zamanda, zihinsel üretimin araçlarını da elinde bulundurur, bunlar o kadar birbirinin içine girmiş durumdadırlar ki , kendilerine zihinsel üretim araçları verilmeyenlerin düşünceleri de aynı zamanda bu egemen sınıfa bağımlıdır.
  • …. Ortalama olarak egemen sınıfın kendisi de ,kendi kavramlarının hüküm sürdüğünü tasarlar ve onları daha önceki çağların egemen fikirlerinden ancak kendi kavramlarını sonsuz gerçekler diye sunarak ayırt eder.Bu egemen sınıf kendi çıkarlarını, ne kadar çok toplumun bütün üyelerinin çıkarları gibi göstermek zorunda olursa “bu egemen kavramlar” da o kadar genel ve genelleştirilmiş bir biçim alacaklardır.

BİREYLERİN REKABETİ VE SINIFLARIN OLUŞMASI

  • Tek tek bireyler , ancak başka bir sınıfa karşı ortak bir savaşım yürütmek zorunda oldukça bir sınıf meydana getirirler;  bunun dışında rekabet içinde birbirlerine düşmandırlar.Bundan başka , sınıfın kendisi de , bireylere karşı bağımsız hale gelir.Öyle ki bireyler kendi yaşam koşullarını önceden hazırlanmış olarak bulurlar, yaşamdaki durumlarını ve bunun yanında kendi kişisel gelişimlerini , tüm çizdiği yolu kendi sınıflarından alırlar ; kendi sınıflarına bağımlıdırlar…………bu görüngü ancak özel mülkiyet ve bizzat çalışma ortadan kaldırıldığı takdirde ortadan kaldırılabilir.
  • İşte şimdiye kadar kişisel özgürlük denilen şey , belli koşullar içerisinde raslansallıktan rahatça yararlanabilme hakkıdır.- bu varlık koşulları doğaldır ki her dönemin üretici güçlerinden ve karşılıklı ilişki tarzlarından başka bir şey değildir.

ÜRETİCİ GÜÇLER İLE İLİŞKİ TARZI ARASINDAKİ ÇELİŞKİ…

  • ….Kuzey Amerika gibi zaten gelişmiş bir tarihsel dönemle başlayan ülkelerde, gelişme hızlı olur.Bu gibi ülkelerde terk ettikleri ülkelerin gereksinmelerine uygun düşmeyen karşılıklı ilişki tarzları yüzünden göz eden ve buraya gelip yerleşen bireyler dışında önceden mevcut doğal koşullar yoktur.Dolayısıyla bu ülkeler eski dünyanın en çok evrime uğramış bireyleriyle ,ve bu yüzden de bu bireylere uygun düşen en gelişmiş ilişki tarzıyla işe başlarlar. Hatta bu , bu karşılıklı ilişki tarzı eski ülkelerde kendini kabul ettirmeden önce olabilir. Bütün sömürgeler de bunlar basit birer askeri ya da tücari üs olmadıkları ölçüde durum böyledir.

DEVLETİN VE HUKUKUN MÜLKİYET İLE İLİŞKİLERİ

  • ….. devlet egemen sınıfın bireylerinin onun aracılığıyla kendi ortak çıkarlarını üstün kıldıkları bir biçim , içinde bütün çağın bütün sivil toplumunun özetlendiği bir biçim olduğundan , bunun sonucu olarak ,bütün kamusal kurumlar ,devlet aracılığından geçer ve siyasi bir biçim alırlar.Bu yüzden yasanın iradeye dayandığı , hatta daha iyisi ,özgür iradeye dayandığı kuruntusu ,somut temelinde kopmuştur. Aynı biçimde hukuk da yasaya dayandırılmıştır.

 

Karalamalar : Diyalektik Materyalizm

DİYALEKTİK MATERYALİZM :

  • Felsefe tarihinin büyük tartışmaları, sonuç olarak başlıca iki felsefi akımın doğmasına yol açmıştır.: “idealizm ve materyalizm”.İdealizm daima ,egemen sınıfların,yani toplumsal iş bölümünde daha incelmiş, daha “temiz” işleri üstlenmiş olanların,aydınların,yönetici durumunda bulunanların ve egemen ideolojiyi temsile eden tarafların dünya görüşünü ve felsefesini temsil ederken,materyalizm, bu dünyayı emekleriyle değiştirdiklerini veher maddeye yeni bir biçim vererek onu yeniden ve yeniden yarattıklarını bilen çalışan insanların , kölelerin,kır yoksullarının ve işçilerin felsefesi olarak kendini göstermiştir.
  • Diyalektik materyalistler,dünyanın bütünlüğünü sağlayan şeyin,insanın tarihsel-toplumsal dönüştürücü emeği olduğu görüşündedirler.

DİYALEKTİK MATERYALİZMİN DOĞUŞU

  • Günümüzde diyalektik, doğa, toplum ve bilinç olayları karşısında, onları anlamak, üzerilerinde etkide bulunmak ve yönlendirmek için her birinin kendi hareketlerini bilmek, içerdikleri çelişmeleri bulup yakalamak ve birbiriyle olan bağlantısını bularak çözmek ya da yeniden bağlamak için kullandığımız yönteme verdiğimiz addır.
  • Olaylara tek yönlü, değişmez, hareket etmez bir halde bakmak alışkanlığı ve bunun bir sistem haline getirilmesinin pek çok biçimi vardır ve bu tarz düşünme biçimlerinin tümüne birden “metafizik düşünce” adı verilir.
  • Metafizik biçimde düşünen birisine,olaylar,o anda ne iseler,o durgun ve hareketsiz halleri içinde nasılsalar öyle görünürler.
  • Materyalizm, dünyanın temelinin madde olduğu ,maddenin öncesiz ve sonrasız olarak var olduğunu ve var olmak için maddenin kendisinden başka, kendisinin dışında herhangi güce ihtiyacı olmadığını savunan düşüncelerin tümüne birden verilen genel bir addır.
  • Feuerbach ise ,diyalektiği ihmal eden, karşılıklı bağıntılık ilkesini göz ardı eden tek yönlü bir düşünce sistemine sahip olmakla birlikte,insanın ve dünyanın maddi birliği konusunda önemli görüşlere sahipti.
  • Marx’ın idealizme karşı başlıca eleştirisi, saf düşüncenin dünyayı değiştirmeye yeteceğinin ileri sürülmesi noktasındaydı.İdealistle , teorik eleştirinin toplumdaki eşitsizlik ve adaletsizliği ortadan kaldırmaya yeteceği inancındaydılar. … Çünkü önemli ve gerekli olan ,insanların düşüncelerini değiştirmek değil , bütünüyle, insanların içinde yaşadıkları maddi varlık koşullarını değiştirmektir.
  • Marx : “…Benim içi ise , tersine ,fikir, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir.”
  • Diyalektik materyalizm , doğada, toplumda ve düşüncede olup biten, devam eden bütün ilişkilerin, olayların ve nesnelerin genel hareket yasalarının bilimi olarak, “ evrensel iç bağıntıların bilimi” olarak doğdu ve karmaşık, düzensiz hareketsiz gibi görünen dünyanın bağıntılı bir bütün halinde , çelişmelerin çatışması ve çözülmesi ile gelişen , hareket eden bir dünya olarak kavranmasını sağladı.

NİCELİĞİN NİTELİĞE,NİTELİĞİN NİCELİĞE DÖNÜŞME YASASI

  • Metafizik düşüncede, doğada ya da toplumda devrimci tarzda dönüşümlerin olabileceği kabul edilmez.Her şey yavaş yavaş ve kim bilir ne zaman gerçekleşecek!
  • Kapitalizmin bünyesinde meydana gelen nicelik değişiklikleri, onun niteliksel olarak dönüşebilmesinin koşullarını da yaratıyor.
  • Çelişmeleri yeterince olgunlaşmamış, birikimi ve büyümesi son sınırına varmamış hiçbir gelişme, yani niceliği yeterince ve gerektiği kadar artmamış hiçbir olay,nitelikçe sıçramaya uğrayamaz.

EVRİM VE DEVRİM

  • Nicelik birikimlerinin ağır ağır ve zaman içerisinde gerçekleşmesi yoluyla meydana gelen değişikliklere, diyalektik dilde “evrim” denir.Değişmenin birdenbire ve nitelikçe meydana gelmesine ise “devrim” denir.
  • Diyalektik, hareket içinde, hem nicelik değişimlerinin hem de nitelik sıçramalarının birbirlerini tamamlayarak gerçekleştiğini keşfetmiştir.
  • …görülür ki, her evrimci gelişmenin içinde , bu gelişmeyi sürekli güçlü ve ilerletici kılan devrimci sıçrama alanları vardır.
  • Evrimci birikim denilen şey, niteliği hiç değişmeyen birimlerin sayıca artışı demek değildir. Aksine , niteliği farklılaşan birimlerin niceliğinin, toplam niteliğin değişmesine elverecek ölçüde artması demektir.

KARŞITLARIN BİRLİĞİ VE MÜCADELESİ

  • Sınıf mücadelesi, toplumun devrimci tarzda dönüşmesinin ve nitelik sıçramasına uğramasının esas sebebidir ve esas kaynağıdır.
  • Diyalektik , gelişmenin ve ilerlemenin kaynağında nesnelerin, olayların ve düşüncelerin içindeki çelişmenin belirleyici bir rol oynadığını keşfetmiş ve böylece, metafizik düşünce sistemlerinin farklı olarak olayların ve nesnelerin kendi hallerinde çatışmasız bir biçimde değil, içlerinde taşıdıkları çelişmenin ve dışlarında kendilerine karşı duran, onlarla çatışan başka çelişmelerin ve dışlarında kendilerine karşı duran, onlarla çatışan başka çelişmelerin çatışarak ve “savaşarak” etkili olduğu bir süreçte değiştiğini ve dönüştüğünü göstermiştir.
  • Bugün ücretler, sigorta primleri, fabrikada iş koşullarının düzeltilmesi , daha çok sosyal hak, daha çok iş güvencesi gibi taleplerle kendisini gösteren bu mücadelenin , özünde emekle sermaye arasındaki uzlaştırılamaz, bastırılamaz çelişmenin bir belirtisi olduğunu bilir.
  • Farz edelim ki ;bu düzen her işçiye bir ev, bütün çocuklara okuma imkanı ve herkese sağlıklı yaşama koşulu sağladı: O durumda bile , bütün bu sağlanan imkanlar işçi sınıfının emeğinin sömürülmesine dayanmayacak mı? Harcanan her kuruş işçilerin sırtından çıkarılan artı-değerin bir kısmı olmayacak mı? Şu halde, kapitalist toplumun varolmaya devam ettiği koşullarda, yani işçilerin artı değer sömürüsünden kurtulmadıkları bütün koşullar altında, yaşama seviyesi ne kadar yüksek olursa olsun , işsizlik tehlikesi ne kadar gerilemiş bulunursa bulunsun, kavganın , sınıf mücadelesinin kaynağı kurutulmuş olamaz.

ANTAGONİST VE ANTAGONİST OLMAYAN ÇELİŞMELER

  • Uzlaşmaz çelişmelere, bilim dilinde “antagonist çelişme” denir. Antagonist yani uzlaştırılamaz çelişmeler, ancak çatışma yoluyla ve her kutuptan birinin ortadan kaldırılmasıyla çözülebilinecek türden çelişmelerdir.
  • Siyasi mücadelede, artı-değer sömürüsü üzerine kurulmuş toplumsal yapının ana sınıfları arasındaki çelişmenin “ antagonist” olduğunu tespit etmek çok önemlidir.Çünkü, bu gerçeğin inkarı, reformcu görüşlerin gelişmesine yol açar.

OBJEKTİF VE SUBJEKTİF

  • Karşılıklı mücadele eden ve birbirlerine karşı hareket eden çelişik kuvvetlerin hiçbiri , eğer isteklerini gerçekleştirmek için elverişli nesnel-maddi imkanlar bulamıyorlarsa, yani bilimin diliyle söyleyecek olursak, “objektif koşullar” uygun değilse , kendi hedefine ulaşamazlar.
  • Fakat devrimci için ,yalnızca objektif koşulların olgunlaşmış olması yetmez.Bunun dışında, fakat buna sıkıca bağlı olarak, devrim için gerekli “subjektif koşulların da yeterince gelişmiş olması gerekmektedir. Sübjektif yani öznel koşul denilen şey, işçi sınıfının ve devrimden çıkarı olan emekçi halk sınıf ve tabakalarının bilinç ve örgütlenme düzeyidir.

ÖZGÜRLÜK VE ZORUNLULUK

  • Sınıflı toplumda insan zorunlulukların kölesi durumundadır ve doğa üzerindeki hayvanın doğaya tutsaklığı ile onun toplumsal yasalara tutsaklığı arasında esas bakımında bir fark yoktur.

ZAMAN, MEKAN VE HAREKET

  • Evrende var olan her şey, daima onu çevreleyen bir mekan içerisinde var olur.Bir başka açıdan bakıldığında ise , madde , var olduğu her yeri bir mekana çevirir.Maddesiz bir mekan , ya da mekansız bir madde bulunamaz.
  • Bir toplumun içinde yaşadığı üretim biçimi , onun zamanını, diğer ülkelerle olan ilişkisi, diğer üretim biçimleriyle olan uzaklığı ya da yakınlığı, politik konumu, coğrafi yeri onun mekanını belirler.Bir toplumun hareket özellikleri denilince, çok daha karmaşık, çok daha kapsamlı bir analiz gerekir.

İMKAN VE GERÇEKLİK

  • İnsanlar, gerçek ihtiyaçlarını ancak, yaşadıkları toplumun kendilerine dayattığı ve “zorunlu” imiş gibi gösterilen ihtiyaçlarla karşılaştırdıkları zaman (mesela, hiçbir gerçek ihtiyaca cevap vermediği halde, pahalı makyaj malzemeleri alamadığı zaman, ama kapitalizmin kültürü bunun kullanılmasının zorunlu ve gerçek bir ihtiyaç olduğunu ona dayatmış bulunduğundan) ihtiyaçların sonsuzluğuna ve kaynakların kıtlığına inanır.

Öneri Kitaplar:

Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu

Alman İdeolojisi

Anti-Dühring

Doğanın Diyalektiği

Felsefe Defterleri- Lenin

Materyalizm ve Ampriokritisizm